THE FALL
The Fall filminin yönetmeni Tarsem Singh izleyicilere hikaye içerisinde hikayeler sunuyor. 1915 yıllarında Los Angeles’ta sessiz film dublörlüğü yapan Roy, geçirdiği bir kaza sonucunda hastaneye yatırılıyor. Aynı hastanede düştüğü için kolu alçıda olan Alexandria ile tanışmasıyla olay örgüleri gelişmeye başlıyor.
Alexandria hastanedeki bir hemşireye yazdığı notu fırlatıyor. Not Roy’un kaldığı odanın penceresinden içeri giriyor. Yazdığı notu Roy’un elinde görmesi üzerine onun odasına gidiyor. Farklı yaşlarda ve farklı kültürlerde olan iki insanın arkadaşlığını izlediğimiz filmde Roy Alexandria’yı manipüle etmek için hikayeler anlatmaya başlıyor. Belirli anlarda özellikle hikayenin en heyecanlı olduğu zamanlarda hikayeyi yarıda kesiyor ve Alexandria’dan kendisine ilaç getirmesini istiyor. İlaçları aldığında daha iyi uyuyacağını, hikayeyi daha iyi hatırlayacağını söylüyor. Alexandria Roy’un intiharına yardım ettiğini bilmiyor sadece hikayenin devamını dinlemek istiyor.
Filmde aynı anda iki farklı görüntüler izliyoruz. Biri gerçek diğeri ise küçük bir kızın anlatılan hikayeye göre hayal dünyasında kurguladı görüntüler. Alexandria’nın düşlemesiyle izlediğimiz sahnelerde görsellik oldukça dikkat çekiyor. Kullanılan renkler ve kostümlerle birlikte daha çok görselliğe ve sahneler içerisindeki nesnelere odaklanılıyor.
Roy hikayesinde beş farklı kahraman ve beş farklı hayattan bahsediyor. Her bir kahramanın farklı bir hikayesi var ama tek bir ortak noktaları bu kahramanları bir araya getiriyor. Otta Benga adında Afrikalı bir köle, nişanlısı kaçırılan Hintli bir adam, patlayıcı uzmanı İtalyan Luigi, doğa bilimci Charles Darwin ve kırmızı maskeli Fransız’ın oluşturduğu Mavi Çete üzerinden hikaye anlatılıyor. Alexandria ise hastanede gördüğü insanları hayalindeki hikayede rol veriyor.
Roy hikayedeki kahramanları bir çölün ortasında öldürecekken hikayeye Alexandria dahil oluyor. Alexandria’nın kahramanların ölmesini istememesi üzerine Roy olay örgüsünü farklılaştırıyor. Fakat hikayenin bitmesi için kahramanları öldürmeye meyilli olduğunu görmekteyiz. Hikayeye Alexandria’nın dahil olması üzerine hikaye aynı zamanda onunda hikayesi oluyor. Filmin son sahnelerinde Alexandria’nın bu benim de hikayem diyerek yakınacağını göreceğiz.
Filmin oyucularından bahsetmek istersek, Lee Pace artık yürüyemeyen Roy’un umutsuzluğunu, öfkesini ve hikayelerdeki maskeli adamın cazibesini seyirciye geçirmeyi başarıyor. Alexandria’ı canlandıran Rumen, Catinca Untaru’nun bazı sahnelerde yaşadığı korkuyu yansıtmadaki başarısı ve sevimli tavırları izleyicilerden tam not alıyor. Roy ve Alexandria arasındaki etkileşim daha çok doğaçlama olarak çekilmiş olması filmin samimiyetini arttırdığını söyleyebiliriz.
Filmin ilk gösterimi 2006 yılında Toronto Uluslararası Film Festivalinde yapılıyor. 2008 yılında sinemalarda gösterimi için David Fincher ve Spike Jonze tarafından sunuluyor. Filmin arka planında ise Tarsem Singh’ın bu film için yaptığı ilginç yanlarını görüyoruz. The Fall filmi için tüm parasını harcadığını bir röportajında söylüyor. Film dört yıllık bir süre içerisinde çekiliyor. 20den fazla ülkede çekilen görüntüleri içeriyor olması filme olan ilgiyi arttırıyor.
Tarsem’in filmi için yaptığı en ilginç yanlardan biri ise Mavi Şehirdir. Bilgisayar efekti kullanılmayan filmde bir şehir maviye boyanmış. Tarsem şehirle bir anlaşma yaptığını ve onlara mavi boyaları ücretsiz dağıttığını söylemiştir. Verdiği röportajda sözlerine evlerin mavi ve daha canlı göründüğünü ilave etmiştir. Filmin içerisindeki hikayelerin ilgi çekiciliğinin yanı sıra kamera arkasındaki dikkat çekici unsurlar ile filmi izleyip yaşamanızı diliyoruz. İyi seyirler.
Okunma Sayısı: 2541
YORUM YAP
Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır. Yorumunuza yanıt verildiğinde mail ile bilgilendirileceksiniz.