VİCDANLARI SORGULATACAK DENEYLER SERİSİ: SAHTE ANNE
Sevgi kavramına takıntılı bir psikologun deneyinden bahsedeceğim bugün sizlere. "Sevgiye takıntılı olmak" deyişini gördüğünüzde masumluk yaftasını yapıştıranlardansanız deneyin gidişatına şahitlik ettiğinizde tüm iyi dileklerinizi yitireceğinizi temin edebilirim.
Öncelikle "kimdir bu psikolog?" sorusunu yanıtlayalım. 1905 doğumlu olup literatüre adını etik açıdan tartışmalı birçok deneyle yazdıran Harry Harlow'un ta kendisidir. Deneylerinin çoğunda maymunları kullanmıştır ve daha önce de dediğimiz gibi sevgi kavramına aşırı derecede takmıştır. Merak ettiği konulardan birisi de çocukların ebeveynlerine niçin bağlı kaldıklarıdır. O zamanın yaygın görüşü olan "temel gereksinimlerden beslenmenin giderilmesi" fikri ona mantıksız geliyordu. Sırf yemek verdiği için hiçbir canlı başka bir canlıya aidiyet duygusu geliştiremezdi ona göre. Bunu öğrenmek için ilk deneyini gerçekleştirdi. Bu deney şöyleydi:
Resus maymunlarının yavrularını annelerinden ayırıp hepsini altlarında yumuşak havlular bulunan ayrı bir kafese yerleştirdi. Tıpkı çocukların oyuncaklarına sıkı sıkı sarılmaları gibi bu maymunlar da havlulara sımsıkı sarılıyordu. Bu farklılığı gören Harlow deneyde ufak değişikliklere gitti. Kafeslere iki vekil anne tayin etti. Bu annelerden birinde sadece süt vardı ve tamamı demirdendi, diğerinde ise yemek yoktu ancak yumuşak kumaşlarla sarılmıştı. Maymunların verdiği tepki Harlow'un yüzüne bir zafer gülümsemesi yerleştirmişti. Başlangıçta bağırarak oradan oraya kaçışan maymunlar zamanla demirden anneyi sadece beslenmek için kullandılar, zamanlarının büyük çoğunluğunu ise peluş anneyle geçirdiler.
"Bebekler yalnızca sütle yaşayamaz, bu beklediğim bir sonuçtu. Emzirmenin önemini göz ardı etmiyoruz ama anne ile bebek arasında kurulan bağı açıklamak için yetersiz kalıyor, bu bağ ancak anne ve bebeğin yakın bedensel temas kurmasıyla sağlanabilir"
"İşte, cevabını aldı. Şimdi yavrucakları bırakır değil mi?" diyorsunuzdur ancak malesef. Dünya üzerinde asla değişmeyen bir kural vardır: "Merak, merakı doğurur". Harlow'da da böyle olmuştu ve deneyi çeşitlendirmeye karar verdi. "Acaba ortama bir korku unsuru yerleştirsek sonuç yine aynı mı kalır?" diye düşünmüştü. Tahmin ettiği gibi de oldu. Hepsi peluş anneye sarılırken demir olandan uzak durdu. Korku unsurunu hallettiğimize göre sırada merak duygusu vardı. Bu sefer de maymunları iki gruba ayırdı. Bir tarafta peluş anne grubu diğer tarafta ise annesiz grup. İki gruba da keşfedebilecekleri birden fazla nesne verildi. Peluş annenin olduğu grup başta korksa bile çevresini araştırmaya çalışırken annesi olmayan grup cenin pozisyonunda parmaklarını emiyor, bazen de ayağa kalkıp öfke içinde bağırıyor ve etrafa saldırıyordu.
Harlow amacına ulaşmıştı ve mutluydu üzerindeki tüm baskılara rağmen. Şimdi tüm odağımızı maymunlara çevirelim. Deneye tabii tutulan maymunlar ergenliğe girdiklerinde diğer maymunlarla çiftleşmeyi reddediyorlar ve antisosyal davranış örüntüleri sergiliyorlardı. Bu maymunların çoğu kendisini çevresinden izole ederek yaşıyor ve hatta intihara kalkışıyorlardı. Nadiren çiftleşenler ya da zorla çiftleştirilenler ise ya yavrularını öldürdü ya da bakımlarını sağlayamadıklarından ötürü yavrular kendiliğinden öldü.
Olan bunca kötü olaya rağmen Harlow'un pişkinlikle söylediği söz hiçbir zaman unutulmadı ve o söze binaen hayvanlar üzerinde yapılan deneylere birtakım etik kısıtlamalar getirildi:
"Maymunları nasıl sevebilirsiniz ki"
YORUM YAP
Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır. Yorumunuza yanıt verildiğinde mail ile bilgilendirileceksiniz.