TÜRK TARİHİ ÜZERİNDE ÇALIŞMALAR
Türklerin dört bin yıllık bilinen tarihlerinde, başta Asya, daha sonra da Avrupa ve Afrika kıt'alarında çok değişik coğrafyalarda devlet kurmaları ve yaşamaları, her
zaman dünyanın ilgisi çekmiştir. Zira dört bin yıllık bu uzun dönemde, Çin,
Hint, Fars, Bizans, Arap ve nihayet Batı kültürü ile karşı karşıya gelen ve iç
içe yaşayan Türklerin, benliklerini kaybetmemeleri, sahip oldukları öz
kültürlerini devam ettirmeleri, kendilerinin de ne denli sağlam bir kültüre sahip
olduklarını ispat ederken bu medeniyetler arasında etkileşimin ölçüsü hep merak
edilmiştir. Bilhassa Karadeniz’in Kuzeyinden Doğu Avrupa’ya, oradan da İtalya
ve Fransa içlerine kadar ilerleyen çeşitli Türk kavimlerinin bıraktıkları
etkiler ve daha sonra Balkanlarda oluşan Türk asıllı devletler bu ilgiyi daha
da artırmıştır. Nihayet doğu-batı ticareti ve İslam dünyasına hakim olan
Türklerin ulaştıkları medeniyetin Batı üzerindeki tesiri, Batılı müsteşriklerin
ve seyyahların eserlerine konu olmuştur.
Daha 1675 yılında Çin’e gönderilen Rus elçisi Nicolaie Milescu tarafından Yenisey’de görülen yazıtlar, isveçli Yüzbaşı Johann Philipp Tabbert’in Das nord-und östliche Teil von Europa und Asia (Avrupa ve Asya’nın Kuzey ve Doğu Bölümü) adıyla Stockholm’de 1730 yılında yayımladığı kitabıyla ilim alemine tanıtılmıştı. Buna karşılık Orhun yazıtları, Nikolay Mihayloviç Yadrintsev’in başkanlığındaki Rus heyeti tarafından 18 Temmuz 1889 tarihinde bulunmuştur. İlk tanıtım Ruslar tarafından yapılmışsa da, bilim dünyasına geniş şekilde duyurulması Fin Arkeoloji cemiyetince gerçekleştirilmiştir. Buna karşılık yazıtlar Rus bilim adamı Wilhelm Radloff tarafından okunmaya çalışılmıştır. Radloff’a gelinceye kadar eski Türk Tarihi ve diliyle ilgili çalışmalar neredeyse yok denecek sayıda olması sebebiyle daha çok nazariyata bağlı kalmış, Finlandiyalı M.A.Castrén’in ve Macar H. Vambéry’nin araştırmaları ışığında yürütülmüştür. Radloff tarafından doldurulan bu boşluk, haklı olarak Onun Türkoloji'nin kurucusu unvanını kazanmasına yol açmış, Türkoloji bir ilim dalı olarak Onunla bugünkü ilerlemesine ulaşabilmiştir.
Radloff’un okumaya çalıştığı Orhun kitabelerini okumak, Onun çağdaşı ve arkadaşı olan Danimarkalı Vilhelm Thomsen’e nasip oldu. Thomsen, Radloff’un tesbit ettiği yazıtları okumak suretiyle, Türk dili ve tarihine paha biçilmez bir hizmette bulunmuştur. Orhun yazıtlarının okunması, Türk tarih araştırmalarında milat olarak değerlendirilebilir. Esasen bütün ömrünü buna veren Radloff’un, Türkolojiyi, yani Türklerin manevi ve maddi kültürünü Dünyada tanıtması, Batılı ilim dünyasının ilgisini Türk dili ve tarihine yöneltmiştir. Nitekim 1889’da Köl Tigin ve Bilge Kağan bengü taşlarının bulunmasından hemen sonra 1893’te Göktürk yazısının çözülmesi, 1897’de Tonyukuk anıtının keşfi aynı yıl Kutadgu Bilig’in Mısır nüshasının bulunması, 1898-1914 arasında Doğu Türkistan’da pek çok Eski Uygur Türkçesi metin ve kitapların ortaya çıkarılması, 1906’da Atabetü’l- Hakayık’ın, 1915’te Dîvanı Lügati’t-Türk’ün keşfi bunun bir sonucudur.
Asya ve Moğolistan’da gerçekleştirilen keşifler sonucu ortaya çıkan olağanüstü medeniyet kalıntıları, Orta Asya’da arkeolojik çalışmaları hızlandırmıştır. Özellikle Rus arkeologlarından M.A. Masson, M. Voronets, G.V. Grigoryev, A.A. Freiman, A.İ. Vasilyev, V. A. Vorobyev ve A.N. Bernstam gibi arkeologlar önemli buluntular elde etmişlerdir.6 Bu buluntular arasında iskit tipinde oklar, ok ve kamçı sapları, silahlar, altın küpe, gerdanlık, yüzük, toka gibi süs eşyaları, madenî aynalar, çeşitli hayvan tasvirleri v.s. sayılabilir. Özellikle Rudenko asistanı Griaznov’la birlikte Altay dağlarında Çulımanış sıradağlarının Pazırık vadisindeki Hun kurganlarında gerçekleştirdikleri kazılarda, M.Ö. V ila III. yüzyıl arasına ait araba parçaları, at kadavrası, keçe yaygı-duvar örtüsü, çadır direkleri merdiven, masa ayakları, kadın baş takısı ve halı bulunmuştur. Dünyanın ilk düğümlü halısı olarak bilinen Pazırık halısı, gerek motifleri, gerekse ince sanat uslûbu bakımından dikkate şayan bir özellik göstermektedir.
Keza
Kazakistan’da bulunan Alma-atı şehrinin
Bunun
yanısıra A.Y. Yakuboskiy ve Wilhelm Bartold gibi bazı araştırıcılar, Orta
Asya’nın bu en bilinmez tarihinin Avrupa’da tanınmasında birinci derecede rol
oynamışlardır. Eserini daha 1826 yılında yayımlayan Alman Heinrich Julius von
Klaproth, Türklerin anayurdunun Altay çevresinde olduğunu yazmıştı. Onu Hermann
Vambéry, D. Rasovskiy, György Almassy, M.A. Czaplicka, G. J. Ramstedt, A. Zeki
Velidî Togan ve ünlü Macar Türkoloğu Gyula Németh takip etmiştir. 1799’dan 1806
yılına kadar İstanbul’da yaşayan Avusturyalı şarkıyatçı J. Freiherr von Hammer
ise Osmanlı tarihi hakkında eser verenlerin en önünde gelmektedir.
Yeni
kuşak Türk tarihçiliğinin önde gelen simaları içerisinde ise Bernard Lewis,
Alman şarkıyatçısı ve Türkolog Carl Brockelmann, Fransız tarihçi Fernand
Braudel, Geza Feher, Réné Grousset, Claude Cahen, Robert Mantran, Gyula
Kaldy-Nagy, Stanford Show’un yanısıra Ziya Gökalp, Fuad Köprülü, Ö. Lutfi
Barkan, Yusuf Akçura, Zeki Velidî Togan, Halil İnalcık, Kemal Karpat, Osman
Turan, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Cengiz Orhonlu, Akdes Nimet Kurat, E. Ziya
Karal, Mehmet A. Köymen, Bahaeddin Ögel, İbrahim Kafesoğlu, Mükrimin Halil
Yinanç, Emel Esin, Aydın Sayılı, Ahmet Temir, Oktay Aslanapa gibi Türk
alimleri, Türk tarihini yeni bir anlayışla ele almışladır.
Türkiye
Cumhuriyeti’ nin kurulmasından sonra Türk tarihçiliği ve Türkoloji alanında
önemli gelişmeler olmuştur. 1931 yılında Atatürk tarafından Türk Tarih
Kurumu’ nun kurulması, bu hususta atılan en önemli adımdır. Bundan önceki
dönemlerde Türkler tarafından Türk tarihi, hanedanlara dayalı bir anlayışla ele
alınır ve yazılırken, bu tarihten sonra, tarihi bir bütün olarak değerlendiren
yeni bir yaklaşım ağırlık kazanmıştır. Zira Türk tarihi binlerce yıl geriye
giden engin ve bir büyük kültürün eseriydi. Bu kültürün ve tarihin
araştırılması, milleti millet yapan ortak değerleri ortaya çıkaracak ve millî
birliğin temeli atılacaktı. Nitekim Atatürk’ün bu konudaki görüşü, Türk tarih
tezini teşkil etmiştir. Atatürk: “Büyük ve haysiyetli bir millet olan Türklerin
tarihi insanlık kadar eskidir. Osmanlılar ve Selçuklulardan önce de Türkler,
dünyanın dört bucağında devletler, imparatorluklar vücuda getirmişlerdir.
Nerede bir Türk devleti batmış ise, bunun yıkıntıları üzerinde daima yeni yeni
devletler kurmuşlardır. İimdi de böyle bir tarihi an gelmiş çatmıştır. Osmanlı
Devleti çökmüştür, fakat tarihi zincir kopmayacaktır.” sözüyle bu konuda
çalışanları yönlendirmiştir. Nitekim Türk Tarih Kurumu’nun ilk yayınladığı eser
Türk Tarihinin Ana Hatları ile Türklerin Medeniyete Hizmetleri, ikincisi ise
Pirî Reis Haritası olmuştur. Bu akım, uzun müddet Türk Tarih Kurumu’nun
öncülüğünde yürütülmüş, gerek ders kitaplarının hazırlanması, gerekse bini
geçen ilmî yayın bu şekilde tarih ilmine kazandırılmıştır. Nitekim uluslararası
olarak düzenlenen ve 1999 yılında Osmanlı Devleti’nin 700. kuruluş yılı
münasebetiyle XIII. sü gerçekleştirilen kongreler, dünyanın çeşitli
ülkelerindeki Türk tarihinin tanınmış ilim adamlarını misafir etmiştir.
Kongreler sonucu basılan bildiriler ise otuz beş cilde ulaşmıştır.
Türk
Tarih Kurumu tarafından daha sonraki yıllarda da Türk tarihi ile ilgili pek çok
kaynak ve araştırma yayımlanmıştır. Ayrıca 1991’den sonra Sovyetler Birliği’nin
dağılmasıyla, 1995 yılından itibaren Tanrı dağlarında ve Kırım taraflarında
arkeolojik kazılar başlatılmıştır. Keza Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’ nın
(TİKA) yürütücülüğünde Moğolistan’da Orhun yazıtlarının bulunduğu alanda
başlatılan kazılar ve abidelerin kurtarılması ve eski haline getirilmesi
çalışmaları da dikkate değer niteliktedir.
YORUM YAP
Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır. Yorumunuza yanıt verildiğinde mail ile bilgilendirileceksiniz.