ÖMÜR ÇÜRÜTEN ÇOCUKLUK TRAVMASI
Travmalar, hayatın büyük çoğunluğunu ele geçirmekle ve bireyi sindirmekle tanınırlar. Yaşanan can alıcı bir olayın izlerinin uzun yıllar sizi takip etmesi adeta bir tetikçinin sürekli sizi öldürmek için hiç yılmadan peşinizde dolanması gibidir.
Kurtulduğunuzu sandığınız anda üzerinizdeki kırmızı noktayı görür ve yine aynı şeyin olacağını bile bile kaçmaya devam edersiniz. Ancak benim anlatacağım travmada bu durumu belki bir ömür boyu yaşayan insanlar var. Terapi alınsa bile anısı çiviyle kazınmıştır ve asla unutulmazlar. Sadece acısı geçmiş ya da hafiflemiş olur. Bu hususta terapinin kişiye özfarkındalık kazandırıp kötü olanın kendisi olmadığı düşüncesi yerleştirilir. Kişi de bundan güç alarak ayakta eskisine nazaran daha güçlü durur. "Nasıl bir travmadır bu?" diye düşünüyorsunuzdur. Bu sorunun cevabı şu cümlede bulunmaktadır:
"Türkiye'de eğer bir kız, babasından çocuk doğuruyorsa bu benim için bir kıyamettir"
Bu söz TKDF Başkanı Canan Güllü'ye aittir. Travmanın boyutu sadece bu cümleden bile anlaşılmaktadır ancak biz bu konuyu biraz daha irdeleyelim. Ensest dediğimiz bu gelecek karartan kavramı tanımlarsak aile içi yasak ilişki kavramıyla karşılaşırız. Bu tanımın kendisi bile ürpertiye sebep olurken tanımı açtığımızda kendimize "nasıl yaparlar?" sorusunu sormaktan alamayız. Bilenlerimiz vardır ama bilmeyenlerimiz için bu tanımı da açalım. Aile içi ya da akrabalık bağı olan bireylerden birinin çocuklara karşı duyduğu cinsel istek olarak karşımıza çıkar.
Normalde ebeveyn olarak kapsamı daraltılmış olmasına rağmen yapılan araştırmalar bunun sadece anne ve babayla sınırlı kalmadığını korkunç bir şekilde gözler önüne serer. Şimdi de bazı alıntılarla konuyu daha da derinlemesine tartışalım:
"Bunu yaşadım, tamam kabul edilemez bir şey. Ama keşke babam olmasaydı bunu yapan ya da abim olmasaydı."
Düşünün, en yakınınız olarak nitelediğiniz insanlar size bunları yaşatmışsa "güven" duygusu ne kadar da güçsüzleşmiştir. Dünyaya siyah pencereden bakar, her kalbin kötücüllüğü aklınıza gelir, aile kavramınız yerle bir olur.
"Direkt büyüdüm, büyüttüler"
Yaşıtlarınız sokakta gülerek koşarken, arkadaşlarıyla güle oynaya eğlenirken sizin o yaşlarda elinizde bebeğiniz var. Cümle ne kadar acı değil mi? Bir de yaşayanları düşünün.
"Evim yoktu, oraya dönemezdim çünkü oraya ait değildim"
Parktaki oyunlardan sonra tüm çocuklar evlerine dönerler ancak siz dönmemek için bahaneler üretirsiniz. Çünkü döndüğünüz zaman yine aynı şeyleri yaşamaktan korkarsınız.
"Kızlarıma sarılamıyorum çünkü beni yanlış anlamalarından korkuyorum. Bu ne kadar acı bir his bilir misiniz?"
Bu cümleler kayınpederinin kızlarına yaptıklarını öğrenen bir babanın dudaklarından döküldü. Eşi "bize karşı hiç böyle bie girişimde bulunmadı, kızlarıma karşı nasıl bunu yapabildi ve nasıl anlayamadık?" demişti. Öyle kötü bir durum ki aile içindeki tüm bağları çözüp güveni zedeliyor.
"Babam beni böyle seviyor, sizi nasıl seviyor ki?"
Okul öncesi dönemdeki bir çocuğun sözleri, önce arkadaşlarını sonra okulun öğretmenlerini şüphelendiriyor. Sonrasında olayın vahametini fark edip harekete geçiyorlar. İşte bu yüzden çocukları çok iyi anlamak gerekiyor aksi takdirde kaybettiğimiz şey koca bir gelecek olmuş olur.
Terapiler ve ilaçlar bu yaşantıya maruz kalmış bireyleri olduklarından daha iyi bir hale getiriyor ancak daha önce de dediğimiz gibi acısı gitse bile anısı asla gitmiyor. Travmayı travma yapan da budur. Bireylerde farkındalığa sebep olmakta. Peki nedir bu farkındalıklar gelin bazılarını konuşalım:
Kötü olan ben değilim, bunu yapan: Kişi, bu travmaya ilk maruz kaldığında kendini suçlar. Özellikle kardeşine karşı yapıldığına da şahit olduysa yapan kişinin sevgisini böyle gösterdiği izlenimine kapılır. Hatta yaşayan kişi çocuk olduğu için genelleyip "her ailede sevgi bu şekilde gösterilir" düşüncesini edinir.
Karşısındakinin isteklerini yapmak istemediği zaman azarlanan hatta şiddet gören çocuk "benim suçum, o beni seviyor" demeye başlar. Hatta ve hatta sözde anne bunu gördüğünde "az daha dayansan ne olurdu, ailemizi lekeliyorsun" tarzı suçlamalarda bulunur. Çocuk da bu durumu daha da içselleştirir. Ancak zamanla ensest hakkında bilgi edinen birey kendisi hakkındaki bu algıyı kırar ve kendini suçlayan pozisyondan kendine değer veren duruma geçer.
Neden kendimi öldüreyim, kazancım ne olacak?: Birey bu yaşantıdan kurtulsa bile uzun zaman boyu izleri takip edeceğinden dolayı intiharla baş başa kalmaktadır. Bu süreç içerisinde yaşanan doğru yaşantılar sayesinde ise birey intihar etmenin kurtuluş olmadığını ve bunun da kendisini cezalandırmaktan farksız olduğunu anlamaktadır.
Sadece benim başıma gelmedi: Başlangıçta bu kötü yaşantıyı sadece kendisinin yaşadığı algısına kapılır. Kendisi dışında herkes mutludur ve herkesin iyi bir yaşantısı vardır, bu felaket sadece kendisine yaşatılmıştır.
Çocukluktan gelen bir düşünce tarzının farklı yorumlanmış bir hâlidir. Birey bu süreçte olumsuza odaklanır ve olumsuzu geneller. Çarpıtılmış bir sürü düşünceyle boğuşur fakat zaman içerisinde olumlu yaşantılar sayesinde birey "burada okuduydum bunu yaşayan tek kişi ben değilim" demeye başlar. Hatta bu farkındalık sonrasında birey bu yaşantıyı yaşayan insanların başa çıkma stratejileri hakkında bilgi edinmeye çalışır ve bunları uygulamayı dener.
Bu konu hakkında konuşulacak birçok şey var ancak yazmaya kalkıştığımız zaman sonu gelmeyecektir. Nitekim bu konuyu araştırıp "Kardeşini Doğurmak" isimli kitabı yazan Büşra Sanay da bunu farketmişti. Konu kısa değil aksine üstü örtülmüş bir toz bulutudur. Daha detaylı bilgilere ve kaynaklara ulaşmak için öncelikle yukarıdaki kitaba sonrasında aşağıya bırakacağım kaynaklara bakabilirsiniz:
1. Bir Araştırma Konusu:Josef Fritzl davası
2. Fritzl’ın Değiştirilmiş Filmi: Room (Gizli Dünya)
3. Josef Fritzl:Bir Canavarın Hikayesi (film)
4. Suna Aras-Yıkanmak İstiyorum (kitap)
5. Atlıkarınca (film)
6. Güldünya Şarkıları (albüm)
YORUM YAP
Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır. Yorumunuza yanıt verildiğinde mail ile bilgilendirileceksiniz.