Dergimiz online ortamda yayın vermeye başladığı 2020 yılından itibaren okurlarına ücretsiz şekilde özgün içerik sunma faaliyetlerini sürdürmektedir.
Döngü Dergi, Bu süreç içerisinde fikirlerini yazıya dökmek, insanlarla paylaşmak isteyen birçok üniversite öğrencisine ekol olmuş, kendi bünyesinde onlarca bilim anlatıcısı yetiştirmiştir.
Döngü Dergi İnternet üzerinden; Misyonumuzda da görebileceğiniz gibi her zaman güncel ve özgün içerikleri bünyesinde barındırmak için durmadan çalışan gönüllü yazarlar ve editörler ile her ay düzenli olarak en az 30 farklı özgün içerik yayınlayan online bir oluşumdur.
Misyon:
Okurlarımıza mümkün olan en güncel ve özgün içerikleri sunmak için çalışıyoruz.
Vizyon:
Okurlarımıza çevrim içi ortamda tamamen ücretsiz bir şekilde Psikoloji, Teknoloji, Bilim, Sanat, Edebiyat alanında her türlü içeriğe ulaşabilecekleri, önce Türkiye'nin sonra Dünya'nın en özgün ve ücretsiz içeriklerini sunacak okur merkezli dergi olmak.
30 Ekim 2020, İzmir’in büyük bir sallantıyla uyandığı ama bazı şeylerin hala uykuda kaldığı o acı tarih. O gün sadece İzmir sallanmadı aslında, Türkiye’nin vicdanı da sallandı ve gömüldü o elim karanlığa. İnsanımız bu olayda da “kenetlendik, biz biriz” mesajı vermişti ancak biz kesinlikle paramparça olduk, kenetlenmedik. “Hayır, bizi kötülüyorsun” diyerek bu yazıyı okumaya başladıysanız okumaya lütfen devam edin, yarıda bırakmayın. Zira daha iyi anlayacaksınız bu yazıyı ve bu yazı ile kendiniz de dahil her şeyi sorgulamaya başlayacaksınız insanlığa dair. Neler mi oldu? Önce küçük küçük yağmacılar türedi mesela. Bu yağmacıların gözü öyle dönmüştü ki en ufak artçıda yıkılacak binaları bile yağmalıyorlardı. Kendi canına saygısı olmayanın başkasının canına saygısı olur muydu? Tabi ki olmazdı ve öyle de oldu. Kurtarmak için derin bir sessizliğe ihtiyacı olan ekibin bu hayati isteği yine bu yağmacıların açgözlülüğünün bağırışlarıyla reddedildi. Yağmacıları atlatan insanların yeni imtihanı iletişim oldu. “Eğer ki AFAD ve AKUT’un kendi telsizler olmasaydı koordine olmamız çok zor olurduk” demişti orada gönüllü olarak bulunan Uzman Adli Psikolog Tamer Can Çakır. Bu sözlerin üzerine de şunu eklemişti derin bir öfkeyle “oysa isim vermeyeceğim ama bir firma drone istasyonlarının reklamlarını çok sık veriyordu bundan yıllar önce. 2 büyük deprem gördük ama bu drone’ları göremedik”. Deprem felaketi bitmesine rağmen bitmeyen felaketler de oldu mesela. Neydi bunlar? AFAD’ın yardım amaçlı verdiği battaniyeleri alıp pazarda satmaya kalkıştılar. Depremzedeler canıyla cebelleşirken “acaba üşürler mi” diye düşünüp kendi battaniyelerini vermesi gereken halk, yardım battaniyelerini pazarda satarken zabıtalara yakalandı. Durun durun, belki bu yeterli gelmemiştir. Gelen kumanyaları çalıp -evet çalıp yanlış duymadınız- kendi dükkanlarında satmaya çalışanlar da oldu.
Lütfen, içinizdeki kin bana ya da yardım edenlere beslenmesin. Evet, içimizde iyiler de vardı. Orada bulunmamasına rağmen kayıp ilanlarını detaylıca araştıran ve gerekli merciilere yayanlar, evindekileri yollayanlar, enkazda bulunan hayvanların bakımı için malzeme sağlayanlar... Bu liste de elbet uzar gider ama içimizde iyilik yapanlar var diye kötülükleri görmezden gelemeyiz. Bu yaptığımı şefkat tokadı olarak algılayın ki kendinize gelebilin. Neyse, şimdi sizleri biraz geçmişe götüreyim. 1977 yapımı Gülen Gözler filmini izlemeyeniniz yoktur diye umuyorum. Hiç izlememiş bile olsanız oradaki can alıcı Yaşar Usta repliği aklınızdadır ama ben yine de hatırlatayım sizlere. Bizim Yaşar Ustamız bir gün gelir ve Yunus’un karşısına dikilip “bak Yunus, bu yaptığın doğru değil. Demiri eksik kullanıyorsun, çimentoyu çalıyorsun. Yapma! İnsan hayatıyla oynama!” sözlerini sarf eder. Sanırım bir şeyler tanıdık geldi değil mi?