post-thumb

OKUL OLMADAN ÖĞRENME OLUR MU?

OKUL OLMASAYDI ÖĞRENME GERÇEKLEŞİR MİYDİ? YOKSA ÖĞRENME DOĞUŞTAN GELEN BİR YETENEK Mİ?

 books 

Ders anlatımı yöntemi yıllardır sorgulanmaya ve tartışılmaya devam etmektedir. 200 yıl kadar önce Samuel Johnson (1709-1784) ders anlatımıyla ilgili şöyle demişti: ‘Bugünlerde insanlar… her şeyin ders anlatımıyla öğretilmesi gerektiği gibi garip bir düşünceye sahipler.

Bence ders anlatımları, ders notlarının alındığı kitapları okumaktan daha fazla bir fayda sağlamıyor… Bu tür anlatımlar bir zamanlar faydalıydı, ancak bugün herkes okuyabiliyor, istediği kitaba ulaşabiliyor; dolayısıyla ders anlatımları gereksiz bir hal almaya başladı.’

Bundan 500 yıl önce bir okul sırasında olduğunuzu farz edin birileri aralarında konuşuyor, birileri anlatan öğretmeni dinlemeye çalışıyor birileri kafasını sıraya koymuş ve uyuyor. Uyuyan kişi günümüzde herhangi bir okulda gözünü açsaydı nerede olduğunu hemen anlardı. Bir kaç teknolojik gelişme dışında hâlâ aynı..

 

Dünya bu kadar köklü biçimde değişirken neden birileri bize her alanda her konuyu öğretmeye çalışıyor? Albert Einstein'ın bir sözü geliyor aklıma bu noktada "bir fili ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsan onu aptal olduğuna inandırırsın" belkide hâlâ kendimiz ve insanlık için en yararlı olabilecek yeteneğimizi keşfedemedik veya bir şekilde ondan uzak kalarak körelmesine neden olduk. Şimdi bir hayal kuralım dünyada okulların hiç olmadığını insanlar bilgiye nasıl ulaşacak? Öğrenmek için illa birilerinin bizi taştan bir odaya kapatması mı gerekir? İlklel ve izole kalmış kabileler öğrenmeyi nasıl gerçekleştirip bilgilerini nesillece aktarabiliyor?

 ELEFANT

Bu tür soruları cevaplandırabilmemiz için öncelikle öğrenme psikolojisinin nelerden bahsettiğini bilmemiz gerekir. Temel düşünce insanların boş bir levha gibi işlenmeye hazır olduklarıdır. John Locke’un bu düşüncesinden yola çıkan Watson istediği herhangi birini istediği özelliklerde yetiştirebileceğini iddia etmiştir. Watson’a göre öğrenme için pekiştirmeye ihtiyaç yoktur. Öğrenmenin bitişiklik ve tekrar sayesinde gerçekleştiğini belirtir. Ona göre koşullu ve koşulsuz uyarıcılar ne kadar sık verilirse öğrenme de o kadar güçlenmektedir. Peki bu düşüncesinde ne kadar haklı gerçekten insanlar bir robot gibi programlanabilir mi?

 

Bireyler birçok davranışı öğrenme yoluyla elde etmektedir. İnsanlar kendi olgularını devam ettirebilmek için de sürekli öğrenmek zorundadır. Bir bebek etrafında bulduğu şeyleri agzına götürerek tanımaya çalışır onları öğrenir, bir çocuk parkta koşup oynarken nasıl dengede kalacağını öğrenir, yanlış bir yola saptığımızda yolun nereye çıktıgını öğreniriz.

 

Davranışçı kuramcılar genel olarak çevreyi öğrenmede etkin olarak görmüşlerdir. Onlara göre öğrenmede dışsal süreçler önemlidir. Öğrenmenin tamamen çevresel koşullar tarafından şekillendiğini öne sürerler ve öğrenmenin uyarıcı tepki bağı ile değil, çevreden gelen uyarıcıların beyinde var olan benzer yaşantılarla ilişkilendirilmesi ve yeni anlamlar yüklenmesi sonucu gerçekleştiğini savunurlar. Bu kuramda öğrnen kişinin anlatılanları anlayıp anlamadığı da pek dikkate alınmaz. Öğreticiler öğrencinin neyi, ne zaman ve nasıl öğreneceğine karar verir ve genellikle öğrencilerin sessiz, pasif durdukları bir süreçte onlara bildiklerini aktarırlar. Öğrencinin kendisine aktarılanları tekrarlamasını sağlayacak sınavlar yapılır.

 

Sosyal öğrenme kuramına (Bandura) göre öğrenmenin olabilmesi için başka bir insana ihtiyaç vardır. Bir insanın diğer insanları izleyerek öğrenmesidir. Banduraya göre iki veya daha fazla insanın olduğu her yerde sosyal öğrenme vardır. Sosyal öğrenme bilinçli olarak gerçekleşir ve insan davranışlarının neredeyse tümünü açıklar. Örnek vermek gerekirse moda davranışı bir sosyal öğrenmedir başka insanların giyimlerini gözlemleyerek öğrenmiş oluruz. Klasik koşullanma ve edimsel koşullanma’da bir yaşantı söz konusuyken, sosyal öğrenmede gözlem vardır.

 

Bu bilgiler ışığında okulun var olmadığı bir dünyada nasıl öğrenmemizi gerçekleştirebileceğimize bir bakalım. Bir olguyu öğrenmiş olmak için gözleniyor veya değerlendiriliyor olmamız gerekmemektedir.

 KİDS

Bilişsel kuramcılara göre davranışın her zaman ölçülüp gözlenebilmesi şart değildir. Hayatın her alanında nefes aldığımız her dakika öğrenmeye devam ediyotuz eski çağlarda insanlar karşılaştıkları tüm problemleri nasıl çözebileceğini bilirdi.

Gemide çalışan herhangi bir mürettebat o gemide çıkabilecek arızayı onarabilme bilgisine sahipti veya ekinlerini istilacı böcekler basan bir çiftçi bununla nasıl baş etmesi gerektiğini biliyordu. günümüzde bir çiftçnin başına aynı durum gelse derhal bir ilaçlama şirketini arayacaktır. Bunların nedeni bir işi yapabilme yeteneğine sahip olmak için onun okulunu okumamız gerektiği düşüncesinin bize öğretilmiş olmasıdır. Eski çağda insanlar ilgilendikleri işi yaparken usta çırak ilişkisine dayanan bir sistemde hepsini yaşayarak görerek öğrenmekteydi. Bir yoldan geçerken birinin bozulan arabasını iterek çalıştırmaya çalıştığını gördüğünde gizli öğrenme gerçekleşmiş oluır. Kendi araban bozulup o bilgiye ihtiyacın olduğunda direk aklına gelir. Geştalt gizli öğrenmeyi şöyle açıklar; Pekiştirme olmaksızın gerçekleşen ve işimize yaradığında açığa çıkan öğrenmedir. Bir toplumdaki bireyler işbirliği sayesinde farklı bakış açılarını, farklı ilgileri öğrenir. Bu ‘hareketli öğrenme’ kişinin bir aktiviteyle meşgul iken öğrenebilmesi, öğrendikleri anlamına gelir. Bir birey farklı bir hareket yapmayı öğrendiğinde, yeni bir bilgi birikimine sahip olmuş demektir.

 

İnsan ve diğer canlılar arasında herhangi bir ayırım söz konusu değildir. Çünkü öğrenmenin kimyası aynıdır.

 

Güney Afrika'daki San halkı ile Doğu Afrika'nın Hadzabe halkı, çok eski ve ilkel bir dilden günümüze kalan "canlı fosiller" gibiler. Onların tıkırtı dili, muhtemelen 40 bin yıl önce insanların çoğunluğu tarafından kullanılmaktaydı. Büyük olasılıkla bu öğrenmeyi, insanlığın ilk ön-dillerini kullanan ortak bir atadan miras aldılar.

 

İnsanlığın var olduğu ilk andan beri en büyük amacı öğrenmektir. Kimileri için bir tutku, kimileri için keyifli, kimileri içinse işkence… Ama öğrenmek, yaşamın her evresinde kaçınılmaz bir zorunluluk halidir. Öğrenme, bir bireyin bilgi birikiminde değişimlerin meydana geldiği süreçtir. Bu süreç okulların olmadığı bir dünyada yaşayarak, görerek, deneyerek devam edecektir. Okulda olmasak bile her gün sayısız yeni bilgi hafızlarımızda yerini alıyor bu bilgileri içselleştirip işliyor beyinlerimiz. Ögrenmenin en önemli ilk koşulu istemek ve öğrenme için motivasyona sahip olmaktır.

 

İnsanlık var olduğu günden beri devam eden öğrenme isteği ve tutkusu okulun olup olmamasından bağımsız olarak yok olmamak üzere devam edecektir.



Okunma Sayısı:

ŞEFİK Dİyaboğlu

ŞEFİK Dİyaboğlu

Tokat Gaziosmanpaşa üniversitesi psikolojik danışmanlık ve rehberlik bölümünden mezun oldum. Bilişsel davranışçı terapi üzerine süpervizör eğitimi aldım, Kısa süreli çözüm odaklı terapi, Psikolojik testler ve Pozitif psikoloji alanında kendimi geliştirmek için eğitim alıyorum. Alanımda online terapi ile hizmet vermekteyim. Ayrıca Tiyatro eğitimi alarak özel bir şirket bünyesinde Türkiye turnesine katılıp bir çok ilde sahneye çıktım. Şuan grafik tasarım alanında kendimi geliştirmeye devam ediyorum. Psikoloji ve sanat en büyük ilgi alanlarım.

YORUMLAR

YORUM YAP

Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır. Yorumunuza yanıt verildiğinde mail ile bilgilendirileceksiniz.