Nurdan Kıyar
İnönü Üniversitesi - Okul Öncesi Öğretmenliği
SERENAD - ZÜLFÜ LİVANELİ
“ Bu büyük insanın anısı önünde saygıyla eğilirken, eğer
aramızda olsaydı anılmasını arzu edeceği bir insanı daha zikretmek istiyorum.
Onun sevgili karısı Nadia Katharina Wagner. Bu Alman ve Yahudi çiftin aşkı, dünyadaki bütün önyargılardan daha
güçlü bir insani bağdı.”
" İkisinin anısı yolunuzu
aydınlatsın."
Ömer Zülfü Livanelioğlu, 20 Haziran 1946'da Konya'nın Ilgın ilçesinde dünyaya geldi.
Sevdalim Hayat, Son
Ada ve Sanat Uzun, Hayat Kısa, Serenad, Kardeşimin Hikayesi kitaplarının
yazarı olan Livaneli, uluslararası kültür çevrelerinde tanınmakta ve saygı
görmektedir. Biz de bu muhteşem yazarın muhteşem kitabı olan Serenad’ı
inceleyeceğiz.
Serenad, en kaba anlatımıyla İkinci Dünya Savaşı'nın olduğu yıllarda
Yahudi soykırımından kaçmaya çalışan bir çiftin yarım kalan hikayesini ve o
hikayeyi tamamlamak için o anlara dönen kahramanın başından geçen olayları konu
alır.
Bir de o olaylara ortak olan bir anlatıcımız vardır. Maya
Duran..
Aşırı rutin ve basit bir hayatı olan ve eşinden boşanmış bir
oğluyla yaşayan bu kadın, bir üniversitede Halkla İlişkiler departmanında
çalışmakta ve yurt dışından gelen yabancı konukları ağırlamaktadır.
İlk sayfalar biraz
yavaş aksa da sonlara doğru kitap bir çırpıda bitiyor diyebilirim. Çoğu yerde
tarih kitabıymışçasına bir hisse de kapılabilirsiniz ama benim gibi tarih okumaktan
epey uzak biri dahi bu kitabı aşırı severek okuyacaktır buna eminim.
Bir gün asıl kahramanımızı ağırlamaya sıra gelir. Kahramanımız
Maximilian Wagner.. 87 yaşında oldukça genç ve dinç görünen yakışıklı bir
beyefendidir. Ve gelir gelmez ilk isteği yıllar önce kaldığı otelde kalmak
olur.
İlk günden Maya’nın kafasında bir ton soru belirmiştir bu
yaştaki bir adam neden buraya gelir, neden yıllar sonra aynı otelde kalmak
ister gibi.. Aslında Maximilian çok önemli biridir ve hatta ilerleyen günlerde
Maya onun her hareketini takip etmesi için tehditler dahi alır. Ama Maya’da
profesöre karşı anlamsız bir güven ve sıcaklık vardır. Birçok detayı bu kitabı
okursunuz diye size bırakıyorum. Zira sayfalarca da analiz yapsam Zülfü Livaneli’nin
akıcı dilini ve o muhteşem vurucu sözlerini yansıtmada yetersiz kalırım.
Şimdi birlikte profesörün hikayesinin girişi olan o sabaha
gelelim. Kışın en soğuk günlerinde, sabahın beşinde, saatlerce yol gidip, sahil
kenarında sanki birine bakıyormuş gibi keman çalmak dışarıdan bakılınca pek
mantıklı ve anlamlı gelmeyebilir. Ama içindeki derin manaları öğrenince aynı
saatte, aynı soğukta aynı hareketi ben de yapardım diyorsunuz.
Bu anlamı o an bilmeyen ve 87 yaşındaki bir adamın biraz daha
bu soğukta keman çalmaya devam ederse soğuktan öleceğini düşünen Maya müdahale
için yanına gider. Ama sanki biraz geç kalmış gibidir. Çünkü profesör soğuktan
mosmor olmuş ve düzenli nefes almamaktadır. Ağzında ise tek bir kelime Struma..
Ah ne büyük kelime ne büyük acılar anlamına geliyor Struma bir bilseniz. Neyse
romanın sonunda anlamını öğreneceksiniz. Şimdi devam edelim.
Bozulan araba, ısıtıcısı olmayan otel ve yalancı şoför derken Maya
iyice kenara sıkışmıştır. Ama ne olursa olsun profesörü kurtarmalıdır. Bunun
için yatakta ölmüşçesine yatmış olan profesörün yanına kendi ısısıyla az da
olsa etki etmek için soyunup girer. Bu sırada içeri yalancı ve kendi menfaati
için babasını bile satacak olan şoför girer. Ve lanetler okuyarak oradan
uzaklaşır. Ama o an Maya’nın tek odak noktası vardır; Maximilian Wagner.. yani
profesör.
O gün orda Maya’nın vücut ısısı profesörü kurtarır. Ve
profesör bunun hatırına başından geçen olayları Maya’ya anlatmaya başlar.
Beklediğimizden çok daha fazlasını barındıran bu hikaye kitabın içinde başka
bir kitap okuyormuş hissi verecektir size. Başında güzel sandığınız sonu facia
olan bir his.
Şimdi aslolan hikayeyi Maximilian & Nadia aşkını anlatmaya geçiyorum hazır mısınız?
Katolik bir aileden gelen Maximilian Wagner, bir üniversitede
hatırı sayılan bir hocadır. Yakışıklılığı, kibarlığı ve başarıları sebebiyle
herkes tarafından sevilir. Üniversitede bir kız vardır. Nadia.. Her hareketiyle
bu kıza aşık olur. Fakat bu kız bir yahudidir. Pek tabii bu ne Maximilian ne de
ailesi için problem değildir. Fakat dönemin şartları bir Katolik ve bir
yahudinin evlenmesine asla elverişli değildir.
Tam bu noktada hepinizin mutlaka bir yerde okuduğu, çok güzel
sözmüş dediği ve bu kitapta da çok can alıcı bir yerde söylenen şu sözü
bırakayım;
“Aramızdaki
temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar,
bayraklar ve din görüyorsun!”
“Peki, sen ne görüyorsun bakalım?”
“İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan.”
Keşke o zamanın insanı da her zamanın insanı da böyle
görseydi.
Dileklerimizle birlikte devam edelim.
Nadia, çok duygusal bir kadındı ve bir gün birlikte bir
dinletiye gittiklerinde çalan parçaya çok üzülmüş ve ağlamıştı. Bunu gören
Maximilian bir parça yazmaya karar verdi. Serenade
Für Nadia..
Bu parçayı çaldıktan sonra evlenme teklifi etti Nadia’ya her
şeyi göze alarak. Ve mutlu aile saadeti başlamıştı. İlk başlarda her şey
güzeldi çünkü Nadia ismini değiştirdiğinden ve katolik bir profesörün karısı
olduğundan girdiği her ortamda saygı görüyor, asla dışlanmıyordu. Ama ülkede
durumlar hiç iyiye gitmiyor Hitler Yahudiler üzerinde yapabileceği tüm
işkenceleri yapmaya devam ediyordu. Bir gün Türkiye’de iş bulabileceklerinden
haberdar oldular ve yola koyuldular ama bir Yahudiyi insanların sırf Yahudi
diye toplatılıp yakıldığı günlerde öyle rahatça kaçırmak pek mümkün değildi. Yine
de tüm umutlarla ve hayallerle yola çıktılar. Nadia o sırada hamileydi. Ve
Maximilian ona yiyecek getirmek için kalktığında Nadia alman polisi tarafından
durduruldu. Nadia’nın yahudi olduğunu anlayan polisler, kadını zorla trenden
attılar. Geri döndüğünde çılgına dönen profesör trenden inmek için görevlilere
saldırır ama tüm çaba boşadır. Bunun üzerine Profesör, İstanbul’a tek başına
gelmek zorunda kalır ve burada karısını kurtarmanın yollarını arar. Araya bir
sürü insan bir sürü olay girdikten sonra sonunda karısını Filistin’e giden bir
gemiye bindirmenin bir yolunu bulur.
Bu geminin adı Struma’dır. Bir sürü insanın sığacak kadar bile yer bulamadığı, yiyecek azlığından zayıfladığı ve hatta tuvalet ihtiyacı için bile günlerce sırada beklenen yani neredeyse iki türlü de öleceksin bari umut içinde öl diye hazırlanmış bir gemiydi. Gelmesi ayları buldu Maximilian’ın gözü hep gemideydi. Yani Şilede. Yani sabahın köründe, kışın ayazında keman çalmak için gittiği yerdeydi.
Struma, Şile yakınlarına geldi ama daha ötesine gelemedi.
Günlerce denizin ortasında bir oraya bir buraya savruldu. Dürbünle eşini
bulmaya çalıştı Maximilian ama o kadar kalabalıktı ki o minyon zarif kadını
görmek neredeyse imkansızdı. Günler geçiyor insanlar orada hastalıktan perişan
oluyor ama kimse el atmıyordu. Türkiye, gemiyi kabul etmiyordu. Filistin de
İngiltere’den korktuğu için gemiyi kabul etmiyordu. Kısaca insanlar ölüyor ama
hiçbirinin ideolojileri onları kurtarmaya yetmiyordu. Buraya Zülfü Livaneli’den
muhteşem bir söz bırakayım tam da yeri gelmişken;
“Peki,
iyi insanlar iktidara gelirse?”
“Öyle şey olmaz!”
“Neden?”
Acı bir gülümsemeyle açıkladı:
“İyi insanlar iktidara gelemez, gelse bile iktidar onu bozar, zalim yapar.”
Süreç devam ediyordu Profesör, her gün Şile sahiline giderek
gemiye bakıyor ve karısına kavuşmayı bekliyordu. Ama o kavuşma hiçbir zaman
olmadı. Bir gün Maximilian tam dürbünüyle Nadia’yı bulmuşken Rusya, bir
denizaltından füze atarak gemiyi patlattı. Feci şekilde gemideki tüm insanlar
can verdiler. Suda sadece cansız bedenleri ve külleri kaldı. Profesörün
çığlıkları ve haykırışları tüm Şile’yi inletti. Suya atıldı ama izin
vermediler. Bu şoku atlatmak için ülkeyi terk etti ve tedavi amacıyla
Amerika’ya gitti.
...uzun
zaman ruhunu toparlayamadı.
59 sene sonra geri geldi çünkü ancak toparlayabilmişti. Ve
ancak o zaman karısına tekrar Serenad’ı çalabilmişti.
Struma olayı İngiltere, Rusya, Türkiye ve Almanya devletleri
için bir kara sayfadır ve her devlet profesör olayın üzerine gider diye
korkmaktadır. Yani bunca takip ve tehdit buradan gelmektedir. Bu yüzden
profesörü başından beri takibe almışlardır fakat profesörün tek amacı karısının
öldüğü yeri ziyaret ederek Serenad’ı çalmaktır.
Kitabın içinde ayrı bir kitap var dediğimiz bölüm burada son
buldu ama etkileri bitecek gibi değildi. Bu olaylar vesilesiyle ailesine dair
de birçok şey öğrendi Maya. Maximilian o sıkıcı ve rutin hayatını yaşanabilir
anlama getirmişti. Ve onun için yeni bir hayat başlamıştı. Bambaşka bir hayat.
“Hem Müslüman, hem Yahudi, hem
Katolik'tim. Yani insandım.” dediği bir hayat.
Daha derinini okurken görmenizi tavsiye ediyor ve devam
ediyorum.
Profesör Şiledeki olaydan sonra zor kendine gelir ve hastaneden çıktıktan sonra Amerika’ya geri döner. Yaşananlardan sonra Maya birkaç iftiradan ötürü işten kovulur. Ama yeni hayatı için bir sürü adım ve arayışa girmiştir. Ve bir gün Amerika’dan bir paket alır. Paketi Profesör Wagner göndermiştir ve içinde profesörün kemanı ile birlikte çevirisini yapması için bir kitap vardır. Ki Maya’nın bu yaşanmışlıkları başından beri kitap olarak yazmak istediğini de belirteyim. Daha sonra Maya çeviri ile uğraşırken Amerika’dan bir haber daha gelir. Wagner çok hastadır ve Maya’yı görmek ister. Maya’dan ölmeden önce son bir arzusu vardır. Ölünce bedeninin yakılması ve Şile’de sulara bırakılması. Nadia’ya kavuşmak gibi. Maya profesörün son arzusunu yerine getirir ve naaşı yakılan profesörün küllerini Şile’den denize döker. Böylece Serenad sona ermiş ve yarım kalan aşk hikayesi tamamlanmış olur.
Bu muhteşem romanı kitabı yazarı olan Zülfü Livaneli’nin bu kitabın içinde kullandığı birkaç sözüyle noktalamak istiyorum.
“Bu
dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki
iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki
aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp
küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama!”
“Uçakların
icadı Zweig'ın neslini çok heyecanlandırmış, dünyada savaşların sonunun
geldiğine inandırmıştı. Uçaklar havadan uçtuğuna göre sınır falan tanımazdı ki.
Dolayısıyla sınırlar yok olacak, barış gelecekti. Ama o nesil birkaç yıl sonra
uçakların gökten bomba yağdırarak Avrupa'yı yıktığını görmenin şokunu
yaşamıştı.”
“Doğrudur;
kitap okumak karın doyurmuyor. Ancak karnı tok, beyni boş adamlardan çektiğimiz
kadar hiç kimseden çekmedik.”
“Kimin
daha vatansever olduğunu ölçmenin bir yöntemi mi var? Neden bazıları, memleketi
kendisinin daha çok sevdiğini ileri sürerek bir ayrıcalık elde etmeye
çalışıyor?”
“Her
insan kendi hayatının başrolünde oynuyor.”
"Hiçbir
iktidar masum değildir. Bütün iktidarlar öyle ya da böyle, birinin
katilidir…"
“Haklı
olanı güçlü kılamadığımız için güçlü olanı haklı kılıyoruz.”
“Niye
hiçbir sokağın, caddenin, meydanın, köyün adı aynı kalmıyor, sürekli değiştiriliyordu
acaba? Tarihten kaçmak için mi? Her şeye sıfırdan başlamak için mi?”
“Bekçi,
“Burası özel bir mezarlıktır” demiş. Buraya gömülen insanlar, mezar taşlarının
üstüne gerçek yaşlarını değil, hayatta mutlu oldukları günleri yazarlar. Kimi
21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52′ yi geçen çıkmadı daha..”
Keyifli
okumalar J İnsan
kalın!
Teşekkür ederimm 🌼
hakan köse
4.02.2021 19:43:13ilk defa kitap analizi okudum bu yazıdan sonra son olmayacak emeğine sağlık muhteşem olmuş 🌹