Miraç YILDIRIM
Tüm kitapları okuyabilmek, tüm dünyayı gezebilmek ve tüm şairleri tanıyabilmek için yaşayan ama hiçbirini başaramadan ölecek birisiyim sadece. Öğrenci
Ahmed Arif
Ahmed Arif… Hasretinden prangalar eskiten Ahmed Arif… Vazgeçtikleriyle, vazgeçemedikleriyle, sevdikleriyle, sevemedikleriyle, sevip kavuşamadıklarıyla, sustuklarıyla, susamayıp taşırdıklarıyla, bizim Ahmed’imiz, Bizim Arif’imiz.
HAYATI
Çocuk bayramında doğdu Ahmed. Zaten bir yanı da hep çocuk kaldı ömrü boyunca. 23 Nisan 1927’de Diyarbakır Hançepek’te hayata gözlerini açtı Ahmed. Ailesi ona “Ahmet Hamdi Önal” ismini koymuştu. Babasının kökeni Kerkük, annesi ise Kürt’tü.
Ahmed daha bebekken annesi Sare hayata gözlerini yumdu. Kendisinden büyük yedi kardeşi vardı. Annesi öldükten sonra babası başka biriyle evlendi. Babası memur olduğundan dolayı Siverek’te yaşamına devam etti. Çocukluğu boyunca farklı yerlerde yaşamış olduğundan dolayı çok dil biliyordu Ahmed. Zazaca, Kürtçe ve Arapça dillerini iyi konuşurdu. Büyüdüğü coğrafyadan elbette etkilenmişti. At binmesini iyi bilirdi. Atları çok sever ve atlarla çokça vakit geçirirdi. Yıllar sonra bunu şöyle dile getirmişti:
“Çünkü ben, şahlanmayan ata binmezdim. Kısrak ise, şahlanmaz.”
Okul çağı geldiğinde ailecek Siverek’teydiler ve Ahmed, okuma yazmayı ilkokuldan önce anaokulunda öğrenmişti. Ardından ilkokul kolay geçti. Ortaokulu Urfa’da, liseyi ise yatılı olarak Afyon’da okudu. Ancak lise mezuniyeti Diyarbakır Lisesi’nden oldu. Şiir yazmaya da işte bu sıralarda başladı.
Lise sıraları, şiir sanatını en yoğunluklu icra ettiği zamanlar oldu. İlk şiiri, 1940’ta, “Seçme Şiirler Demeti Dergisi”nde yayımladı. 10 lira telif ücreti bile kazanmıştı. Ancak en büyük kazancı, şiirinin dedesi yaşındaki şair ve ney üstadı Neyzen Tevfik ile bir arada yayımlanıyor olmasıydı.
Ahmed, askerliğini de İstanbul Riva’da yaptıktan sonra üniversite için de Ankara’daydı. Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kaydolmuştu. Bu sırada, 1951 ve 1952’de iki kez TCK 141’e muhalefetten tutuklandı ve bu sebeple de yükseköğrenimini tamamlayamadı.
ŞİİRLERİ
1940 yılından sonra farklı farklı dergilerde şiirlerini yayınlamaya başladı. Ta ki 56 yılına kadar. O yıldan sonra Medeniyet, Öncü ve daha sonra Halkçı gazetelerinde düzeltmen olarak görev yaptı. Hayal gücü ve lirizmi birleşince, çok özel bir insan olacağını o yıllardan hissettiriyordu. Şiirlerinin toplandığı tek bir kitap var. O da “Hasretinden Prangalar Eskittim” 68’de yayınlandı ve 23 baskı yapıldı. Şiirlerinde hep kardeşliği, adaleti vurguladı. Çocuk yaşta bile sevdiklerinin canı yanmasın, haksızlığa uğramasınlar diye kavgalar etmişti hep.
Leyla Erbil
Büyük aşktı Ahmed Arif’inki. Onu öyle seviyordu ki, “Sen ister dostum ol, ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol” diyordu. Yıllar sonra bu aşk, “Leylim Leylim” kitabında anlatılacaktı. “Ahmed gibi sevmek” diye bir deyim bile oluşabilirdi bu aşktan.
Leyla Erbil’e mektuplar yazıyordu Ahmed Arif ve her mektubun sonunda “Senin” diyordu. Arif’e göre, Leyla’ya doymak korkunç bir ahmaklık olurdu. Sonsuz aşkı, şairliği ile perçinleniyordu. Binlerce yıldır aradığı, hasretini çektiğiydi.
“Gün yirmi dört saat seni düşünmek. Ne yüce, ne sonsuz bir duygu bu, bilir misin ki?” dediği Leylası, gün geldi evlendi. 13 Nisan 1955’te, evliliği üzerine bir mektup daha yazdı:
“Evleneceksin demek? Herhal çocuğu sevdin! İnşallah mesut olursun canım. Ama müstakbel kocan bana yazdığına kızmayacak cinstendir inşallah. Yoksa seni kaybetmek, sesini duymamaktansa gebereyim daha iyi olur’’.
Sonra da hep yazmaya devam etti. “İki milyar beş yüz milyon adem evladının seni tanımalarını, öğrenmelerini istiyorum, anlıyor musun?” diyordu.
Sonra istediği oldu; kağıda döktüğü sevgisi, çığlıkları, belki de planladığı gibi, adem evlatları tarafından öğrenildi.
Ahmed Arif, 1967’de, Aynur Hanım ile evlendi. Bu evlilikten, 1972’de, oğulları geldi dünyaya. Ona Filinta adını vermişlerdi ve bu isim, onun hayatında pek çok şey demekti.
Oğlu hayatında sadece ismiyle yer etmemişti. O, hayatındaki her şeyin karşılığıydı. Kendi deyimiyle yaşamındaki en büyük sevinci baba olduğu gün yaşamıştı. Öyle ki, tam 2 yıl oğlunun nüfus kağıdını cebinde, kalbinin üzerinde taşıdı. Sanki içi bolca para dolu bir cüzdan taşır gibiydi. Oğlu vardı artık; oğlu dünyanın en güzel güverciniydi, en güçlü silahı…,
Ahmed Arif, emekli olduktan sonra Ankara’da bulunan mütevazı evine çekildi. Her zaman gösterişten ve gürültüden uzak durmuştu. Bu durumu “Çünkü ben doğuluyum” diye açıklıyordu. Aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuktu o…
1983’te anacığı Arife’yi kaybetti. Okutulmamıştı; onun gözünde şirin bir kadındı. Ancak anacığı, oğlunu Ankara’ya gitmiş ve komünist olmuş diye tanımlıyordu.
Velhasıl, artık evinde yalnız yaşıyordu. 2 Haziran 1991’de kalp krizi geçirdi. Kalbi yalnızlığa mı dayanamamıştı, yoksa çok mu yorgundu… Ahmed Arif, hayata gözlerini kapadı…
Ülkesine, memleketine, sevgiliye yazdığı onca şiirle, bir Ahmed Arif geçti bu dünyadan…
Tüm kitapları okuyabilmek, tüm dünyayı gezebilmek ve tüm şairleri tanıyabilmek için yaşayan ama hiçbirini başaramadan ölecek birisiyim sadece. Öğrenci
YORUM YAP
Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır. Yorumunuza yanıt verildiğinde mail ile bilgilendirileceksiniz.