BEN GERÇEKTEN BU MUYUM?
"Böyle geldim, böyle giderim" diyorsanız bu yazım size. Bu yazıda size ve kendime özfarkındalık kazandıracağım. Bu sayede başlık da kendi farkındalığını oluşturup açılmış olacak.
Kendisine inanmayan kurbağadan prens, "şeytan bu" denilen cadıdan merhametli bir peri, çirkin ördekten de mükemmel bir kuğu oluyorsa "asla" teriminin hayatımızda çok da bir anlamı kalmıyor açıkçası. Bu durumda çevrenin etkisi büyüktür. Nasıl mı? Şöyle açıklamama izin verin. Ördeği çirkin kılan aslında çevresindekilerdir, tıpkı cadıya "şeytan" diyenlerin de çevreden olduğu gibi.
Bu cümleler ve yakıştırmalar kişinin içindeki potansiyele ket vurur, bundan dolayı kişi kendisine yabancılaşır ve çevresindekilerin kendisini algıladığı gibi algılamaya başlar. "ee ben çok da iyi biri değilmişim", "abi abartma istersen kurbağayım ben nasıl insan olayım, ne içtin iyi misin" tarzı akılcı olmayan imajlar geliştirmeye başlarsınız çevrenin etkisiyle. Aslında zaten güzelsiniz, zaten perisiniz, zaten prenssiniz ama kendi iç sesinizi dinlemek yerine başkalarının sözleriyle hareket ediyor ve buna kendinizi inandırıyorsunuz. Bu, çevrenin birinci boyutuydu. İkinci boyutunda "bastırma" yatar.
Bu durum, savunma mekanizmalarının tersine kullanımının örneğidir. İdeal kullanım, egonun bütünlüğünü korumaktır ancak bu kullanımda kişi, toplumun yönlendirmesiyle asıl kişiliğini bastırır ve alter egosunu beslemeye başlar. Alter ego, ne kadar beslenirse o oranda güçlenir ve kişiliğin bütünlüğünü ele geçirmeye başlar. Kendinize ufacık bir inanç geliştirmeye çalıştığınızda toplumun var ettiği alter egonuz buna mâni olup size akıl dışı yönlendirmeler yapmaya başlar ve kendinizi küçültmenize neden olur. Buradan sonra üçüncü boyut devreye girer: "İçselleştirme". Zamanla buna o kadar alışırsınız ki "bu benim" demeye ve buna inanmaya başlarsınız.
Bu aşamada asıl kişiliğiniz ve toplum geri çekilmeye başlar. Çünkü çoktan yapmışlardır yapmaları gerekeni. Sonrasında şunları demeye başlarsınız: "istedim yaptım", "ben kötü biri değilim beni anlamadığın için üzülüyorsun", "haklıyım", eskiden beri böyleyim yeni bir şey değil, değişmemi bekleme". Bu cümleleri kurmaya başladığınızda olmak istediğiniz şey yerine olması istenen şey haline gelirsiniz. Asıl benliğiniz böyle olmak istemiyordu ancak o kadar sindirildi ki dibe çöktü ve kenara çekildi.
Bu kenara çekilişten sonra son bir aşama kalır geriye: "sabitlik". Newton, bu durumu "Eylemsizlik Yasası" olarak tanımlamaktadır. Yani, etkileyen kuvvetler bileşkesi sıfırsa kişi durağanlığını ya da hareketliliğini korur. Konuştuğumuz duruma uyarlarsak, alter egonuzun, toplumun ve benliğinizin baskıları aynı etkide dengeli bir biçimde devam ettiği sürece "ben böyleyim" demeye devam edersiniz. Bu devamlılık ise kendisine özel bir kavram geliştirir: "Değişmezler Kuralı". Bu, kendi kendini var eden bie kuraldır ve tıpkı bir anayasa maddesi gibi değişmesi, değiştirilmesi asla mümkün olmayan gözüyle bakılır. Birisi sizin "Değişmezler Kuralı" ndan birine karşı çıktığında ona büyük bir tepkiyle karşı koyar ve onu suçlama eğilimi gösterirsiniz.
Katı kurallar, üzerinde düşünülemeyecek kadar önemlidir sizin için. Kaldı ki birisi bunun değişmesi gerektiğini söylüyor, işte o zaman size karşı büyük bir hata yaptığını düşünmeye başlıyorsunuz. İşin en tehlikeli yanı ise "Değişmezler Kuralı" nı destekleyen bir çevrenizin olması. Çünkü bu size büyük bir koz olarak döner. "İyi de çevremdekiler beni böyle bildi, tanıdı ve onlar için bir sorun teşkil etmiyor. Sen neden celalleniyorsun" sözlerini mermi gibi sıralamaya başlarsınız. Bu sözler yüzünden belki de hayatınızda güzel izler bırakacak bir insanı yok etmiş, kendi özünüze ise ihanet etmiş olursunuz. Bir örnekle ele alacak olursak, öfkenizi kontrol edemediğinizi varsayalım.
En ufak sorunda volkan gibi patlıyor, içinizde sevginin barınmadığını düşünüyorsunuz ama birisi size sarıldığında, bir çocuk size gülümsediğinde ya da bir köpek gelip dizinize yattığında 3 yaşındaki çocuğa dönüyorsunuz. İşte, özünüz sevgiye muhtaç ama baskı ve akıl dışı inançlar sizi bundan mahrum ediyor. Küçük bir ışık, geniş bir siyahlık tarafından yutulmak üzere ve buna "ben sinirliyim ve hatalı işler yaparak beni daha da öfkelendiriyorsun, bana uygun adım atmadıkça güzel şeyler yaşayamayız" diyerek daha da destek oluyorsunuz.
Karanlık tarafından yutulmamak istiyorsak "değişilmez değişmez"lerin varlığını, toplumsal baskıları ve alter egomuzu reddetmemiz gerekiyor. Herkesin fikirleri önemlidir, her cümle içinde bir mana barındırabilir, herkeste bir ışık var olabilir. Sadece bunları kendi düşünce sistemimizle ve başkalarının düşünceleriyle karşılaştırıp uygun olanı belirlemek gerekiyor. Bir başkasına uyarak kendi hayatınızı yaşamış sayılmazsınız. Aynı zamanda sadece kendinize uyarak da sağlıklı bir yapı geliştiremezsiniz. Eğer özümüze dönmek istiyorsak her şeyin değişebilir olduğunu kabullenmek gerekiyor.
YORUM YAP
Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır. Yorumunuza yanıt verildiğinde mail ile bilgilendirileceksiniz.